Futbol hepimizin çok ilgi duyduğu Türk halkının çok sevdiği bir spor ve ne yazık ki yapısal sorunları çözülemeyen Türk futbolu son dönemlerin en geleceği parlak takımıyla sıfır puan çekerek UEFA 2020 ye veda etti. Türk halkı çok üzüldü ve sahada savaşmayan bir takım gördüğü için kahroldu.
Geçmişte az çok futbol oynamış birisi olarak uzaktan izlediğim kadarıyla takımın yönetiminde, dizilişinde, kamp döneminde, hazırlık maçlarında bir dizi sorunların olduğu çok açık ve net olarak belli olduğu halde medyanın habercilik açısından da bir sessizliği veya haber yapamama fiyaskosu söz konusu. Bizim gazeteciler genelde bazı bilgilere vakıf oldukları halde susmayı tercih ederler ve televizyonlarda izlediğim kadarı ile en iyi analizleri sadece bir kaç spor yazarının yapmış olduğunu görmek bir o kadar üzücü. 3 maçta başladığı orta saha ikilisini ikinci devrede oyundan alan ve bu hatasında ısrar eden başka bir teknik direktör var mıdır sorusunu soran gazetecinin analizi son derece doğruydu. Kampı izleyen , takımla iç içe olan gazeteciler neyi gözlemler neyi haber yapmaları gerektiğini sanki unutmuş gibilerdi. Sürekli verilen mesaj antrenmanda oyun oynayan oyuncuların çok neşeli olduğuydu. Bu kadar neşeli idilerse İtalya maçından sonraki ruhsal çöküntüyü nasıl yaşadılar?…
Hollanda Milli Takımı Teknik Direktörü Frank De Boer 2-0 lık Avusturya ve 3-0 lık Kuzey Makedonya galibiyetlerinden sonra yayıncı kurum temsilcisinin sorduğu sorulara tam 15 dakika cevap verdi. Sorulan soruların kalitesi ve içeriği izleyenlere doyurucu bir bilgi akışı sağlıyordu. Aynı şekilde Barcelona’da oynayan Frenkie de Jong Kuzey Makdeonya maçının ilk 25 dakikasında kaybettikleri topu çabuk kazanamadıklarını ve rakibe oyun kurma şansını verdiklerini ve bunu ancak ilk yarım saatten sonra düzeltebildiklerini söylerken izleyenlere takım içinden birisi olarak sahada neyi yapamadıklarını çok açık bir şekilde dürüstçe anlatmaktan çekinmiyordu. Türk halkı bu bilgilerden ne yazık ki mahrum kaldı takımda neyin doğru gitmediğini kimse söyleme cesaretini gösteremedi. Herhalde bir tek Hakan Çalhanoğlu takımın genç ve tecrübesiz olduğunu vurgulamaya çalıştı. Doğrudur Juventus , Leicester City, AC Milan, Lille,Liverpool herkesin oynayabileceği alt düzey takımlar ve sıradan rakiplere karşı oynuyorlar. Aslında söylemek istediği ama takımda doğru gitmeyen ve söyleyemediği başka bir şeyin arkasına gizleniyormuş izlenimi uyandırdı. Bunu söyleyeceğine çok aşırı motive olduk veya İtalya maçından sonraki ruhsal çöküntü bizi aşırı strese soktu kaslarımız kilitlendi ve performansımız olması gerekenin altına düştü deseydi bu daha anlaşılabilir olurdu.
Bizim tarafta ise her mağlubiyetten sonra yayıncı kuruluşa 30 saniye konuşup çekilen teknik direktör ve oyuncuların hiç birisi neyi yapamadıklarını anlatamadıkları gibi çok üzgünüz, özür dileriz gibi duygusal laflarla soruları geçiştirdiler. Hiçbir spor yazarı İtalya maçında takımı geri yaslayanın futbolcular mı yoksa teknik direktör tarafından verilen taktik mi olduğunu sormadılar. Galler maçında teknik direktöre Bale ve Ramsey arasındaki çalışılmış araya atılan pas taktiğini görüp futbolcuları uyarıp uyarmadığını ve uyardıysa neden buna göre bir önlem alınamadığını sormadılar. Tecrübeli bir teknik direktör Galler hücuma kalktığında geri dörtlüyü 5 li yapıp aynen Hollanda’nın top rakibe geçtiğinde 5-3-2 dizilişi ile bir stoperi (De Ligt-Juventus’tan Merih’in takım arkadaşı) eski libero sisteminde olduğu gibi sarkık oynatıp araya atılan topları süpürmesini sağlayabilirdi. İsviçre maçında ise rakibin 18 üzerinden bekletmeden ani şut çekme taktiğine karşı neden önlem almadığını veya bu taktiğe karşı oyunculara nasıl bir oyun oynatmak istediğini öğrenemedik. Bunun gibi onlarca taktiksel hatadan bahsetmek mümkün ama bizim spor yazarlarımız her nedense bu konulara girmediler.
Mental konusunda ise Mili Takımımızın bir psikolog danışmanı var mıydı bilmiyorum ama İtalya maçından sonra turnuvanın en genç takımının ruhsal durumunun çok iyi yönetildiği söylenemez. Bizim evimiz sayılan Bakü’den spor yazarları otelden penceresi kapalı perdeler önünden yayın yaptılar. Bakü’nün hiç bir güzelliği medya tarafından aktarılmadığı gibi bizim spor yazarları neyi takip ettiler pek anlamakta zorluk çektim. Sokakta halk ile yapılan tek bir röportaj görmedim. Milli takım izole edilerek oyuncuların üzerlerindeki baskı daha da arttırıldı ve iyi oynaması gereken oyuncular bile kapasitelerin altında bir performans sergilediler. Can Azerbaycanlı kardeşlerimizin coşkusu bu izolasyon ile takıma yansıtılmadı sanki yabancı bir ülkede maç oynanıyormuş gibi takım aşırı izole edildi.
Türk liginde şampiyon olan Beşiktaş ve lig ikincisi olan Galatasaray’dan takıma çağrılan hiç bir oyuncu ilk on birde sahaya çıkmadığı gibi bazı futbolculara 10 dakika dahi süre verilip onore edilmedi. Eğer Türk liginde 1. ve 2.olan takımdan oyuncu yoksa bu şu anlama gelmektedir bu oyuncular üst düzey oyuncular değiller ve sonuca etki edecek kapasitede değiller. Bu oyuncular kısa bir süre sonra şampiyonlar liginde mücadele edecekler, oradaki futbol alt düzey mi? Kaleye hızlı gitmeyi düşünen oyuncuları keserseniz ve 9 numaralı formayı giydirdiğiniz futbolcuyu 90 dakika Spinazolla’nın peşinde koşturup maçın adamı seçilmesini sağlarsanız kusura bakmayın ama bir taktiksel beceriden bahsetmek mümkün değildir. Türk Milli takımı sanki zaman tünelinde şerefli mağlubiyetler dönemine ışınlanmış gibiydi. Rakibin topu dolaştırıp takımımızı 40 dakika yorduktan sonra akın akın gelip golleri atmasına çok şahit olduk gençliğimizde.
Türk futbolcuların en zayıf tarafı konsantrasyon ve oyun disiplinini çok çabuk bozmaları. Maçlardan önce bol bol reklam filmlerinde boy göstermek veya çok övülmek belli ki oyuncuların en zayıf tarafı olan konsantrasyonu bayağı etkiledi. İtalya’ya karşı takımı geri çekip aşırı korkak futbol oynatmak ve alınan mağlubiyet bu bozulmuş konsantrasyonun iyice yere çakılmasını sağladı. Takım içindeki arkadaşlığın ve ülkeyi temsil etme onuruna nail olmuş oyuncuların birbirlerine destek olma , yüreğini ortaya koyma, takım için savaşma duygusu birkaç oyuncu hariç çok zayıftı. Bir kavgada bile birbirlerine destek olmadılar. Buda takım içinde gruplaşmaların olabileceği ihtimalini öne çıkartıyor. Örnek mi istiyorsunuz Kuzey Makedonya’ya bakın elendiler ama mücadele güçleri ve ülkeleri için yüreklerini ortaya koydukları takım anlayışı ile herkesin sempatisini ve sevgisini kazandılar.
Türk futbolunun altyapısında bir sistemsel bozukluk var . Belçika ve Fransa bu konuya önem vererek ve yetenek avını başlatarak uluslararası futbol arenasına Mbappe , De Bruyne gibi futbolcuları çıkarttıkları gibi milli takımlarının başarısının da altyapısını hazırladılar. Mbappe yetenek olarak keşfedildikten sonra Fransa futbol federasyonunun 12-13 yaş arası yetenekler için açtığı 9 bölgesel futbol akademisinden birisi olan Paris’in 50 km güneybatısındaki Clairefontaine futbol akademisi yatılı okulundan yetiştirildi. Kendi yatağını toplama disiplininden başlayan karakteri ve önce iyi insan olma özelliklerini öne çıkartan eğitim zeka ve yetenekle birleşince işte ortaya bu tür oyuncular çıkıyor. Mbappe yılın belli dönemlerinde o yatılı okulu ziyaret edip arkasından gelen nesille sohbet ediyor, onların sorularını cevaplıyor meraklarını gideriyor.
Hollanda’da tüm gençler futbol federasyonunun belirlediği sisteme göre antrene ediliyor. Ülkenin taktiksel ekolü 5 yaşından itibaren çocuklara öğretiliyor. 17 milyonluk ülkede 1.2 milyon futbolcu var ve 10-11 yaşındaki gençlerin %45 i bir futbol kulübünde lisanslı oyuncu olarak oynuyor. 85 milyonluk ülkemizde lisanslı futbol sayısı ise tahmini olarak olsa olsa 500.000’dir. Futbolcuların çoğu ancak profesyonel olduktan sonra çim saha ile tanışıyor. Yani Hollanda’nın bu kadar üst düzey futbolcu çıkarması tesadüf değil bu bir sistemin sonucu.
Türkiye’de ve yurtdışında büyük paralar kazanmış hiç bir oyuncunun kendi adını taşıyan maddi imkanı olmayan yetenekli gençlere sahip çıkan bir vakıfları yok, varsa da ben duymamış olabilirim. Mesela Nymar’ın Brezilya’da yetiştiği bölgede yetenekli gençlere destek sağlayan yatılı bir vakıf okulu var. Memphis Depay Ganalı bir baba ve Hollandalı bir anneye sahip. Babası küçük yaşta vefat ettiği için annesiyle Hollanda’da büyümüş ve orada keşfedilmiş bir yetenek. Sık sık Gana’yı ziyaret edip ülkesindeki çocuklara sahip çıkmaya ve yardım etmeye çalışıyor. Efsane futbolcu Johan Cruijf vakfı ülkede çocukların sokak futbolu oynayabileceği suni çim sahalar yapıyor. Bizim futbolcuların çoğu ise gayri menkul zengini birkaç güzel yürekli dışında pek böyle yetiştikleri bölgeler bile olsa onları örnek alan gelecek nesillere yardım ettiklerini , onlara tecrübelerini aktardıklarını duymak mümkün olmuyor.
Son basın toplantısında bir gazeteci en can alıcı soru olan istifa etmeyi düşünüyormusunuz diye sorduğunda Şenol Hocanın verdiği cevap ise her şeyin özetiydi aslında. Hoca yönetime hesap vereceğini ve kamuoyuna karşı sorumlu olduğunu söylerken kamuyu bilgilendirmek amacıyla soru soran gazeteciyi hangi kategoride görüyordu acaba çok merak ettim. Herhalde kamuyu aydınlatmak için bu soruyu soran gazeteciye bu soruyu sen bana soramazsın demek istedi . İsviçre maçında hocanın elinde kalemle takım dizilişi yapması önceden çalışılmış bir şablon olmadığının belirtisiydi. Ben gazeteci olsam bunu sorardım. Artık birçok takımın yardımcı antrenörleri önceden çalışılmış taktiksel şablon üzerinden oyuna girecek futbolculara oyun içindeki değişikliğin mantığını aktarıyorlar, oyuncu değişikliklerini yakından takip edin bunu göreceksiniz.
Tabii bu kadar büyük bir başarısızlık sonrasında erdemli bir insan olduğuna inandığım Şenol Hoca istifa etmek yerine işine son verilip tazminat almayı tercih etmez diye düşünüyorum ve umarım yanılmam.