Selahattin Esim

Selahattin Esim

Katip Çelebii’nin dünyaca tanınan coğrafya kitabı Cihannüma ve ülkemizde bitmek bilmeyen sel felaketi

| 1 Comment

İnternette kısa bir gezinti yaparsanız aşağıda Cihannüma hakkında aşağıda yazmaya çalıştığım benzer açıklamalara ulaşabilirsiniz.

Coğrafi yapıtların en önemlisi olan Cihannüma, Osmanlı coğrafyacılığında yeni bir çığır açmış en önemli eserlerdendir. Cihannüma, İslam ve Hıristiyan coğrafyacılığının da temeli olan Batlamyus (Ptolemaios) kuramına dayanmakla birlikte, o güne dek hemen hemen hiç yararlanılmayan Batı kaynaklarını Osmanlı coğrafyacılığına tanıtması bakımından büyük önem taşır.

Osmanlı ülkelerinin ilk sistematik coğrafya kitabı olma özelliği taşıyan Cihannümâ, değişik ilim sahalarına ilgi duymuş olan Kâtib Çelebi’nin en önemli eserleri arasında yer alır.

1055 (1645) Girit seferi dolayısıyla ordunun adadaki su kaynaklarının nerede olduğunu bulamamasından dolayı rahatsız olarak haritalara ve coğrafya kitaplarına merak salan Kâtib Çelebi eserinin giriş kısmında, coğrafyanın insana oturduğu yerde dünyayı gezen seyyahlar gibi âlemi dolaşıp görme imkânı verdiğini, bu eserlerin okunmasıyla ömürleri boyunca seyahat edenlerden daha çok bilgi sahibi olunacağını söyleyerek coğrafyanın faydalarını belirtir. Daha sonra Cihannümâ’yı telif sebebini Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış coğrafya kitaplarının yetersiz olması, buna karşılık Batı’da bu ilme büyük önem verilmesi şeklinde açıklar. Bu gaye ile coğrafya alanında çeşitli kitaplardan faydalanarak İslâm coğrafyacılarının eksiklerini telâfi etmeyi ve coğrafya ilminin kendi zamanındaki durumunu ortaya koymayı düşünür. Kâtib Çelebi ayrıca Cihannümâ’nın iki bölümden meydana gelen bir eser olduğunu, birinci bölümün sadece denizler, nehirler ve adalardan, ikinci bölümün karalardan, alfabe sırasıyla şehirlerden, hicrî VII. (XIII.) yüzyıldan sonra keşfedilen ülkelerden bahsettiğini de ifade eder.

Katip çelebi maalesef eğitim müfredatımızda hak etmiş olduğu değeri bulamamış olan feraset sahibi vizyoner bir Osmanlı bilim insanı ve aydınıdır. Bugüne kadar karşılaştığım her düzey insanlar arasında yaptığım ufak testte çoğunlukla Evliya Çelebi ile karıştırıldığını görmek beni ziyadesiyle üzmüştür. İnternette araştırırsanız kendisi hakkında tüm bilgilere ulaşabilirsiniz. Yine de burada kısaca bir değinmek isterim.

Kâtip Çelebi ya da Hacı Halife (d. Şubat 1609,İstanbul – ö. 6 Ekim 1657,İstanbul) tarih,coğrafya,bibliyografya ve biyografya ile ilgili çalışmalar yapmış Türk-Osmanlı bilim adamı ve aydını. Dünya bilim literatüründe en ünlü ve bilinen eseri; İslam dünyasının en değerli yapıtlarını içeren 15,000 kitabı ve 10,000 müellifi (yazar) alfabetik dizin sistemine göre tanıtan Keşf ez-zunûn ‘an esâmî el-kutub ve-l-fünûn  ve daha sonra İbrahim Müteferrika tarafından basılan ünlü coğrafya ansiklopedisi Cihannüma ile tanınır.

En önemli eseri “Keşf ez-Zunûn” adlı eseridir. Bu eserinde Çelebi’nin kitap okuma merakını anlatabilecek, bir indeks olarak 14.500 kitap ve risalenin adı ve yazarı verilmiştir. 2009 yılında Katip Çelebi’nin 400. doğum yılında, UNESCO’nun katkılarıyla tekrardan basılan “Cihannüma” adlı kitabı tüm dünyada okunmaya devam etmektedir.

Kendisinin Keşf ez-Zunûn kitabı hakkında Chicago ve Michigan Üniversitelerinde Katip Çelebi kürsüsünde araştırmalar yapan Prof. Cornell Fleitscher ve Doç.Dr. Gottfired Hagen dahi yaptıkları araştırmalarda bu muhteşem eseri nasıl ortaya koyduğunu ne yazık ki bulamadıklarını ifade etmişlerdir. Google’ın arama motoru ile ilgili algoritmanın Katip Çelebi’nin bu eserinden esinlenerek oluşturulduğunu duymuştum. Kendisine kalan mirası tamamen kitaplara yatırarak çok okuması sayesinde inanılmaz bir bilgi birikimi oluşmuştur fakat devlet görevine son verip ölümüne kadar geçen  kısa sürede bu kadar kitabı nasıl okuduğu halen çözülememiştir.

Katip Çelebi’nin yaşadığı devirde devletin yaşadığı sıkıntılara çözüm sunmak için  Osmanlı Sarayına zannedersem Köprülüler devrinin başlangıcında sunulmak üzere raporlar hazırlamıştır. Köprülüler devri, Osmanlı devleti için içeride istikrarın sağlanması, dışarıda ise prestij ve gücün göreli olarak artması dönemidir. Köprülüler dönemi; Kanunî dönemini hatırlatan istikrarlı bir toparlanma dönemi olmuştur. Katip Çelebi hazırladığı raporları zamanın bürokratlarına verirken kendisine kim tarafından böyle bir yetki verildiği şeklinde küçültücü şekilde yaklaşılması üzerine bürokratlara “ Ben öldükten sonra Allah’ın verdiği yetenekleri doğru yerde kullanıp gördüklerimi ve düşündüklerimi ortaya koyup koymadığım sorgulandığında bu raporlar benim şahidim olacaktır” şeklinde verdiği cevap üzerinde çok düşünülmesi gereken ve inanılmaz derinlik içeren bir mesajdır. Aslında feraset sahibi olmak demek sezginin ötesinde bir yeteneğe ve keskin zekaya sahip olmak demektir. Mesela ekonomi konusunda bazı sezgi ve önerilerinizin olması için mutlaka ekonomi profesörü olmanız gerekmeyebilir. Analitik ve vizyoner düşünen bir insan pekala sorun ve çözüm arasındaki ilişkileri çabuk kavrayıp beklenmedik önerileri yapabilir. Katip Çelebi çok üst düzey bir bürokrat veya Vezir olmamasına rağmen devlete oluşan istikrarsızlığı giderecek önerilerde bulunabilme yeteneğine sahip olduğunu anlıyoruz.

Şimdi gelelim Katip Çelebi’nin Cihannüma adlı coğrafya eseri ile ülkemizdeki bitmek tükenmek bilmeyen sel felaketleri arasındaki bağlantıya. Hollanda yüzyıllar boyunca deniz seviyesinin altında yaşanan bir ülke olmasından dolayı sürekli olarak sel baskınları ile savaşmak zorunda kalmış ve büyük felaketler yaşamıştır. İlk olarak Jan Leegwater adlı mühendisin geliştirdiği yel değirmenleri aslında bir çok kişinin bildiğinin tersine suyun denize tahliye edilerek toprak kazanma projesinin en önemli teknolojisidir. Bu teknoloji ile 1607 yılında Amsterdam yakınlarındaki  Beemster gölündeki suyun yel değirmenleri ile denize aktarılmasını sağlayarak Amsterdam şehrinin gıda ihtiyacını karşılayacak tarım alanlarını oluşturmuştur.  Hollanda’nın dünyaca ünlü yel değirmenleri aslında suyun biriktiği alanların etrafı 2 metre civarında bir set sistemi ile çevrilerek suyun yakın kanallara tahliye edilmesi ve Polder diye adlandırılan toprak kazanma projesinin en önemli teknolojisidir. Polder alanları sonrasında imara açılarak hem yerleşim ve hem de tarım alanları olarak kullanılmıştır.

Şu anda Amsterdam Schiphol havalimanının olduğu bölgede önceden bir göl olduğunu tahmin edemezsiniz. Kullanılacak teknolojinin geliştirilmesi kadar balıkçılık ve su üzerinden yapılan taşımacılığın ekonomik kaybından dolayı oluşan muhalefette projenin gerçekleşmesinde önemli bir engel oluşturmasına rağmen bu gölde zamanın en büyük buharlı emme basma tulumbaları icat edilerek kurutulmuştur. Amsterdam ve çevresini su altında bırakma tehlikesi içeren bu göl 1852 yılında kurutularak bölge tehlikesiz hale getirildiği gibi büyük bir alanın tarıma ve imara açılma imkanı doğmuştur. Yaklaşık 200 yıllık suyla savaşmanın getirdiği coğrafik bir bilgi birikimiyle bu projenin gerçekleştiğini bilmek gerekir. 1840 ta başlayan projede kullanılan 3 buharlı tulumbadan son olarak 1849 yılında kullanılmaya başlayan Cruquius buharlı tulumba sistemi halen müze olarak ziyaret edilebilmektedir, yolunuz düşerse mutlaka ziyaret edip bu inanılmaz teknolojiyi çalışır şekilde görebilirsiniz.

Geldiğimiz günde halen sel baskınları tehlikesi var olduğundan aşırı yağışlar olduğunda kanallarda biriken fazla suyun tahliyesi için mühendisler başka ülkelerde görülmeyen çözümler üretmişlerdir. Bunlardan bir tanesi sel baskını tehlikesi oluşmaya başladığında su seviyesini ve debisini ölçen sensörler sayesinde  daha önceden belirlenmiş yedek tahliye alanlarındaki kapakların açılarak fazla suyun süratle bu geçici tahliye alanında toplanmasını sağlamaktır. Örnek olarak aşağıdaki videoda izleneceği gibi Haarlemermeer bölgesinde su baskınlarında oluşacak hesaplanmış 1 milyon m3 suyun tahliyesi için etrafı 2 mt yüksekliğinde setlerle(dijk) çevrilmiş 67 hektar alana sel baskını tehlikesi oluşmaya başlandığında 1 gün içinde bu tahliye işlemi tamamlanabilmektedir. Normalde hayvancılık için köylülere kiralanmış olan bu alanda bu tehlike oluşmaya başladığında köylülerden hayvanları süratle 1 saat içinde bu alandan tahliye etmeleri istenir. Boşalan bu alana bir gün içinde toplanan 1 milyon m3 su yaklaşık bir hafta sonra daha yavaş bir akım gücüne sahip tahliye kapağından tekrar suyun denize ulaşmasını sağlayacak boezem diye adlandırılan kanala boşaltılarak bu sayede denize ulaşması sağlanır. Bu alan sonrasında tekrar hayvancılıkla uğraşan köylülerin kullanımına açılmış olur.

Hollanda’da okullarda ortaokul ve lise müfredatında coğrafya derslerinde mühendislerin oluşturdukları kanallardaki su seviyelerinin ve nehir yataklarının hangi tekniklerle kontrol edildiği öğrencilere detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Bu öğrenciler sel felaketinin nasıl oluştuğunu ve devlet tarafından alınan önlemlerin ne olduğunu, hangi stratejinin uygulandığını ufak yaşlarda öğrenmiş olurlar. Coğrafya derslerinde ayrıca Avrupa birliği içerisinde bir çok ülkeden geçerek Hollanda’dan denize dökülen 1320 km uzunluğundaki İsviçre Alplerinden doğan Ren ve Fransa’da doğup 925 km uzunluğunda olan Maas nehrinin debisinin uluslararası anlaşmalarla nasıl güvence altına alındığı anlatılmaktadır. Bu öğrenciler eğitimden sonraki hayatlarında toplumun hangi kesiminde görev alırlarsa alsınlar deniz seviyesinin altında yaşayan bir ülkede oldukları bilinci ile ülkelerinde bununla ilgili projelere sahip çıkarak önlemleri almasını bilecek bilgiye coğrafya dersi sayesinde sahiptirler. Videolar Hollandaca dilinde ama Youtube Türkçe’ye çevir özelliğini kullanarak tercümeleri tam doğru olmasa bile en azından ne demek istendiğini altyazıdan izleyebilirsiniz.

Katip Çelebi Cihannüma kitabında su kaynaklarını, nehirleri , denizleri ayrıca anlatmıştır. Çünkü birlikte hareket ettiği ordunun coğrafya bilgisinin yetersiz olduğunu görmüş ve bu konudaki açığı kapatmak için araştırma yaparak bu inanılmaz coğrafya kitabını yazmıştır. Osmanlı ordusunun Tuna nehri üzerinden 30.000-40.000 kişiden oluşan bir askeri gücü geçirirken hangi teknolojiyi kullandığı halen tam olarak bilinmemektedir. Demek ki yükselme devrinde yetişen Osmanlı mühendisleri bu debisi kuvvetli , derin ve iki yaka arasındaki mesafenin büyük olduğu Tuna nehrini nasıl aşacaklarını bildikleri bir coğrafya bilgisine ve teknolojiye sahiptiler. Üstelik bu harekatın askeri olarak ordunun en korumasız olduğu bir işlem olduğunu bildikleri için bir gecede yapabilmeleri inanılmaz bir stratejik bilgiye sahip olmaları gerektiğini gösteriyor.

Bizim okuduğumuz 70 li yıllarda coğrafya dersinde bizlere çok önemli bilgiler öğretildiğini hatırlıyorum. Dünya ülkelerinin ne ürettiklerini hangi alanlarda güçlü olduklarını, nehirleri ve denizleri tüm özellikleri ile değerli hocalarımız bize öğretmişlerdi. Üniversitelerin dil, tarih ve coğrafya bölümünde okuyan insanlara değer verildiğini hatırlıyorum. Bu alanda bir çok değerli bilim adamı yetiştirilmiştir.

Ülkemizde her nedense yetişen çocukların çoğu ebeveynler tarafından doktor, avukat ve mühendis olmak üzere teşvik edilirler. Gençlerimiz bir yarış atı gibi bu bölümleri kazanmak üzere zorlu sınavlara hazırlanırlar. Halbuki aynı Hollanda’da su baskınları tehlikesinin her zaman olabileceği bilindiği gibi ülkemizin de deprem kuşağında olduğunu artık herkesin oluşan felaketlerle öğrendiğini zannediyoruz. Bu gerçeğe dayanan bir coğrafya ve jeoloji müfredatı olması gerektiğini düşünüyorum. Sel felaketinin nasıl oluştuğunu bilen bir mimar dere yatağına ev yapmayacağı gibi, dere yatağına yakın veya fay hatlarının geçtiği arazileri imara açacak diğer devlet katmanlarındaki görevlilerinde bunun sonuçlarının ne olacağını bilmeleri çok değişik sonuçlar verebilir. Tabii burada anlatılması çok zor olan bir ahlaki yozlaşmanın veya kurallara uymamanın maharet olarak algılandığı uyanıklığa dayanan bir toplumsal değişiminde rol oynadığını söylemek gerekir. Uyanıkların ve kurnazların kazandığı bir sistemin oluşmasını engellemek tüm topluma düşen bir görevdir.

Coğrafya bir kaderdir fakat oluşabilecek sel ve deprem gibi felaketleri için gerekli önlemleri almak ve çözümleri üretmek  bir mühendislik ve teknoloji bilgisi gerektiren sistemin kurulması sorunudur. Hollanda 1600 lı yıllarda bu sorunu çözecek mühendislere sahip olduğu için Katip Çelebi gibi aynı yıllarda yaşamış vizyoner insanları sayesinde doğayı kontrol altına almanın savaşını elinden geldiğince vererek 423 yıl önce başarılı olacak sistemin temellerini atmış bir ülkedir. Hollanda’ya yolunuz düşerse halen en çok yel değirmeninin korunduğu bölge olan Kinderdijk bölgesini mutlaka ziyaret ediniz oluşturdukları sistemi hayranlıkla müşahede edeceğinizden emin olabilirsiniz.

Biz ise belki coğrafya bilgisine sahip olmayan mimarlar yetiştirdiğimizin farkında bile değiliz. Belki bundan on yıl önce Antalya’da Eylül ayında havalimanına geldiğimizde inanılmaz bir sağanak yağış altında havalimanı girişinde bir kaç metrelik sundurma ve girişten bir kaç metre sonra X-Ray güvenlik tarama cihazlarının koyulmuş olduğunu görmek beni şaşırtmıştı. Yeni inşa edilen havalimanında içerde bir çok noktada çatıda biriken suyun oluşturduğu çatlaklardan sızarak gelen suyun toplanması için plastik kovaların koyulduğunu görmek beni bir kat daha şaşırtmıştı.  Açıkçası o binayı yapan mimarlar büyük olasılıkla Antalya’da bazen sağanak yağmur yağabileceğini bilmiyorlardı ve tasarımı yaparken bunu hesaba hiç katmamışlardı çünkü coğrafya bilgileri buna belki değer vermedikleri için yoktu. Eğer coğrafi bilgilere dayanan bir tasarım yapmış olsalardı havalimanı girişinde sanki hiç yağmur yağmayacakmış gibi 2 metrelik sundurma yapmazlar ve içeri girer girmez 2 metrelik bir boşluktan sonra X-Ray cihazlarını koymazlardı. O sağanak yağmurun çatılarda birikmesini sağlayacak bir zikzak şeklindeki alçalan yükselen tasarım yerine suyun birikmemesini ve hızla tahliyesini sağlayacak eğimli bir çatı sistemi tasarlarlardı diye  düşünmekten insan kendini alamıyor. Antalya’da her sene su baskınlarından binlerce seranın zarar görmesini herhalde onlarca kez televizyonda izlemişsinizdir, daha kaç yıl bu çözümü basit olan sorun devam eder tahmin etmek güç ama coğrafya bilgisi olmayan kadrolar ve girişimcilerle herhalde daha onlarca yıl aynı sorun olacak ve bizde üzülerek oluşan milyarlarca tutarındaki zarar haberlerini izlemeye devam edeceğiz. Halbuki en azından seraların arasına su baskınlarında oluşacak suyu tahliye edecek bir kanal ve pompalama sistemi ile her seranın yanında yağmur suyunu sonra sulama amaçlı kullanmak üzere toplayacak birkaç ton kapasiteli havuzlar yapmak çözümün bir parçası olabilir diye düşünüyorum. Selde oluşacak suyu en güvenli yoldan gitmek istediği yere ulaştırmakta ne yazık ki öncelikle coğrafi bilgi gerektirir. Doğanın su baskını  olduğunda belirlediği en hızlı yol bazen yıllar önce aynı durum oluştuğunda kendine bulduğu ve geçtiği mecradır. Aradan yıllar geçtiği için bu mecra gözle görülmese bile sel oluştuğunda suyun doğal mecrasını arayıp bulması da coğrafik bilgi sistemi ile ilgilidir.

Ülkenin her türlü meslek erbabına ihtiyacı olduğunu ve ancak bu sayede sistemin sağlıklı çalışabileceğini unutmamak lazım.  Yeni nesil bu konuda umut verici özelliklere sahip. Ebeveynlerin kendi olmak istedikleri fakat olamadıkları mesleklere çocuklarını baskıyla yöneltmeleri aslında doğru bir yaklaşım olmadığı gibi kişisel hırsların ve çok para kazanma ihtirası ile gençlerin belli mesleklere yönlendirilmesi bence toplumun ihtiyacı olan meslek grubu dengelerini de bozabiliyor. Yukarıda yaptığım paylaşımlardan belki de coğrafya, jeoloji  eğitimine yeterli önemin verilmemesinin aslında topluma başka açılardan büyük zararlar verdiğini örnekleriyle paylaşmaya çalıştım, umarım gerekli fayda hasıl olmuştur.

 

 

One Comment

  1. Sevgili Selahattin Hocam konuyu cidden çok güzel ve herkesin anlayacağı bir şekilde işlemişsiniz. Tebrikler ve teşekkürler ederiz. Çok önemli bir konuda bu kadarmı eksiklik yaşanabilir şaşırıyor insan. Aynı şekilde yangınlar konusunda eksiklikler dizboyu. Kanaatim odurki , Allah cc bizi korur düşüncesi yaygın toplumda. Makalenizi elimden geldiğince çevremle paylaşacağım. Selamlar saygılar #BySinanerji

Bir Cevap Yazın

Required fields are marked *.