Türk futbolunun marka değeri çok önemli bir ekonomik değerdir. Bu ekonomi içinde maç yayını yapan kuruluşa üye olan, kombine alan, forma alan , takım logosu taşıyan kredi kartı kullanan, her sene Passolig kartını yenileyen taraftarın futboldan keyif alması ve bu eğlence sektörüne kendi isteğiyle gelir aktarmaya devam etmesi önemli bir kaynaktır. Taraftar dışında markaya yatırım yapan sponsorlar, dünyaca tanınmış yıldız futbolcu transferlerinde destek olan firmalar başlıca katkı yapan etkenlerdir. Başarı olmazsa marka değeri düşeceği için bu katkıda bulunanların markadan uzaklaşacağı ve ilginin azalacağı bilinen bir gerçektir.
Ülkemizde futbol federasyonu içinde var olan sistemin işleyişinde son dönemlerde gittikçe artan sorunlar olduğu çok ön plana çıkıyor. Aslında sistemin adil çalışmasını sağlayacak tüm öğeler olduğu halde sistemi ne yazık ki herkese eşit uzaklıkta ve objektif olarak çalıştırmakta zorlanıyoruz. Halbuki TFF bünyesinde görev alan kulüp temsilcilerinin o çatı altında görev yaparken herkese eşit uzaklıkta durmaya özen göstermeleri beklenmesi etik olarak en doğru olandır, bu herkes için geçerli altın kuraldır. Federasyon içindeki komitelerin, kurulların içine yerleşen kötü niyetli grupların olmadığını söylemenin kimseyi tatmin etmediği anlaşılıyor, çünkü sahada karşılaşılan haksızlıklar bir türlü bitmiyor. Aslında bu tür kurumlar hizmet yerleri olup asıl olan Türk futbolunun gelişmesi yönünde çalışmak olmalıdır. TFF gibi bir kurumda Başkan olan bir iş adamı ne kadar iyi niyetli olsa da vaktinin ne kadarını derinleşen sorunlara ayırabilir veya her şeyden haberdar olabilir ki. Kurum içindeki tüm fertlerin görevlerini layıkıyla yapıp sistemi çalıştırmaları kendi vicdanları ile hesaplaşmaları beklenir. Federasyon kurulları oluşturulurken seçim sisteminde bir sorun olduğu aşikar. Ehil ve liyakat sahibi insanlar bir türlü hizmet verebilecekleri görevlere gelemiyorlar. Herhalde kurum içinde yerleştiği düşünülen menfaat grupları kendi güç alanlarını bozacak insanları çok mahir bir şekilde devre dışı bırakmayı başarıyorlar diye düşünüyor insan. Ülkemizde yakın geçmişte yaşadıklarımız bu tür girişimlerin olabileceğinin en büyük kanıtı. Bu gelişmeler aslında her şeyden önce hedef alınan spor kulüpleri ile birlikte Türk futboluna ve marka değerine çok zarar veriyor. Kendi bindiğimiz dalı kesiyoruz. Aslında herkese eşit uzaklıkta ve adil bir sistemi arıyoruz hep birlikte, haksızlıkları önleme refleksine sahip olan.
Futbol dünyasındaki yolsuzluklar sadece ülkemize has bir durum değil. İspanya, İtalya ve hatta Almanya’da bile bu durumların ortaya çıkabildiğini görebiliyoruz çünkü ortada dönen ekonomik güç çok büyük. Bu maddi güç menfaat gruplarını anlaşılan çok cezbedebiliyor. Adı büyük spor dünyasına örnek olması gereken kulüpler bile etik kuralları hiçe sayabiliyorlar. En yakın tarihte ortaya çıkan Barcelona ile ilgili iddia pek yabana atılacak cinsten değil. İspanya’da 1. ve 2. futbol kulüplerinin bağlı olduğu La Liga kurumunun başkanı Javier Tebas, hakemlerle ilgili bilgi almak için bir şirkete para ödemekle suçlanan Barcelona’nın, tarihinin en ciddi olaylarından biriyle karşı karşıya olduğunu söyledi. İspanya’da maliye, eski Hakem Teknik Kurulu Başkan Yardımcısı Jose Maria Enriquez Negreira’nın sahibi olduğu DASNIL 95 SL adlı şirketi vergi kaçırma iddiasıyla soruştururken, Barcelona’nın bu şirkete 2001-2018 yılları arasında toplamda 7,3 milyon avro ödediği ortaya çıkmıştı. Bu yüzden efendim Türkiye’de böyle şeyler olmaz sistem etik olarak gayet düzgün çalışıyor demek çokta gerçekçi olmayabilir. Mesela İtalya Serie A’da skandallar bitmek bilmiyor. 2023 yılının başında 15 puan silme cezası alan Juventus’un ardından üç kulübün daha binalarında iki gün önce arama yapıldı. Roma, Lazio ve Salernitana’nın, 2017-2021 arasındaki süreçte yaptıkları transferler araştırılıyor. İtalya’da daha önce Torino Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, 2021’de Juventus’a yönelik başlattığı Prisma soruşturması çerçevesinde siyah-beyazlı kulübün Torino, Milano ve Roma’daki binalarında farklı zamanlarda aramalar yapılmıştı. Bizde belki bir diğer eksik ortaya atılan iddiaları veya ihbarları araştıracak futbol alanında ihtisasa sahip bir Cumhuriyet Savcılığı kurumunun olmayışı olabilir mi?
Eskiden sezon başladıktan 2-3 maç sonra orta saha ve kale önlerindeki taşınma çimlerin yok olduğu, yağmurlu havalarda balçık tarlasına dönen drenajı olmayan bir zemin, pislik içindeki soyunma odalarını futbol oynarken görmüş , tribünlerinde konfor olmayan stadyumlarda çok maç izlemiş bir taraftarım. Bir yaz mahalle takımları arasında Ali Sami Yen’de Galatasaray tarafından yetenekleri keşfetmek için düzenlenen mahalle takımları turnuvasına bizim mahalle takımı olarak katılmıştık. Özellikle soyunma odaları , sıcak su akmayan leş gibi mozaik zeminli kapıları kırık duşlar ve üzerine soba küllerinin döküldüğü içinde denizden çekilmiş midyeler bulunan kum katkılı toprak zemin inanılmaz kötüydü ve o tribünden hayranlıkla izlediğimiz futbolcuların bu ortamlarda futbol oynadıklarını görmek beni inanılmaz şaşırtmıştı. Bizim oynadığımız maçlarda tribünde Metin Oktay, Bülent Ünder gibi efsane isimler acaba bir yetenek keşfedebilirmiyiz diye bizi izliyorlardı. Lise Takımımızla Beşiktaş’ın antrenmanlarını yaptığı şimdiki Çırağan otelinin olduğu Şeref Stadında yaptığımız maçta gördüğümüz manzarada çok değişik değildi. Geldiğimiz dönemde Türkiye artık yurdun dört bir yanında iftihar edilecek, taraftarların gitmekten zevk duydukları konforlu bir yapıya sahip olan ve futbolcuların oynamalarına uygun çim zeminleri olan stadyumlara ve kulüp tesislerine sahip. Bu altyapıların ülkeye uluslararası arenada da saygınlık kazandıran önemli yatırımlar olduğunu unutmamak gerekir. Marka değerini oluşturan değerlerin içinde altyapı önemli bir rol oynuyor. Bu sene Şampiyonlar Ligi finalinin ikinci kez İstanbul’da Atatürk Olimpiyat stadında 10 Haziran 2023 tarihinde oynanacak olması ve bu yayını milyarlarca insanın izlemesinin yapacağı tanıtım, maçı izlemeye gelecek binlerce taraftarın bırakacağı döviz bunun en büyük kanıtı olacaktır.
Bizler ise içerdeki kısır çekişmeler ve olumsuz enerji ile hep birlikte ülkenin itibarını nasıl aşağı çekeriz diye birbirimizi yemekle meşgulüz. Bu konuda ne yazık ki çok mahir olduğumuz bir toplumsal gerçek. Altyapıda sağladığımız ilerlemeyi maalesef spor camiasında görev alan insan kaynaklarımızda sağlayamadık. Sporla ilgili kurumlarımızda hep birilerine yaranmak adına adalet anlayışına zarar veren bir insan yapısı oluşmaya başladı. Son günlerde başta Galatasaray olmak üzere tüm kulüplerin maçlarında hakem performanslarında inanılmaz bir düşüş var. Bu hafta içinde Galatasaray ve Başakşehir arasında yapılan kupa maçında yaşananlar ise bardağı taşıran son damla oldu. Beşiktaş maçlarındaki ilginç pozisyonlar da bu kategoride. Hakem performansları yanında artık ortaya başka gerçekler ortaya çıkmaya başladı. TFF içinde oluşmuş kim oldukları belki de tespit edilemeyen ve kuralların arkasına saklanarak üstü örtülü operasyon yapan bir çete olduğu kanaati artık tüm toplumda oluşmaya başladı. Galatasaray – Başakşehir maçında verilmeyen 2 penaltı kararının yanlış olduğunu VAR hakemlerinin görmemiş olması mümkün değil, peki bu tür pozisyonlarda hakemi VAR’a çağırması gereken VAR hakemleri neden bunu yapmadılar veya yapamadılar asıl sorun burada. Bu arada Mertens’in attığı golde elle müdahale hemen tespit edildi, futbolcunun eğer gerçekten elle müdahalesi varsa buda spor etiği açısından sorgulanması gereken bir durum. Galatasaray kulübü futbolcularına eğer varsa böyle atılmış bir gole ihtiyacı olmadığını futbolcularına söyleyecek etik değerlere sahip olduğunu düşünüyorum. VAR’ın kurulma amacı bu tür pozisyonlarda müdahale edip ortada mücadele eden taraflar arasında adaleti sağlamak değil mi? Mertens’in pozisyonunda elle oynama varsa burada adaleti sağlayan VAR iki penaltı pozisyonunda neden çekimser kalıyor asıl sorun burada. Yoksa VAR sistemi asıl amacı dışında mı kullanılmaya başlandı? Bir maçta kırmız kart verilen hareket diğer bir maçta görülmüyorsa taraftar nezdinde uygulanan kuralların standardı hakkında güvensizlik oluşması çok doğal değil mi? Bu arada dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından Maradona’nın 1986 dünya kupasında çeyrek finalde İngiltere’ye elle attığı gol futbolda etik değerlerin her zaman uygulanmadığını kanıtlayan tarihi bir olaydır, acaba o zamanda VAR olsaydı sonuç ne olurdu insan çok merak ediyor.
Bizim Hakemler bence Hakem kelimesinin yüce anlamını tam olarak bilmiyor olamazlar. Bir ülkenin yerleşik kanunlarının yanında toplumu birbirine bağlayan yüzyıllar boyunca oluşmuş bir töre veya gelenek, görenek vardır. Bu gelenek ve görenek ufak yaştan itibaren yeni nesillere aktarılır. Arapça h-k-m kökünden türeyen hüküm, hekim, hâkim, hakem, muhkem, muhakeme, hikmet gibi kelimelerden mesela hekim ve hâkim, biri tıbbi diğeri hukuki konularda hüküm veren ve hikmetli davranması gereken mesleklerdir. Hakem’de bu görevi spor karşılaşmalarında yerine getirmek üzere eğitilmiş ve atanmış hikmet sahibi , adaletli olması gereken bir kişidir. Yüce Allah’ın isimlerinden olan El-Hakem esmanın anlamı, adalet sağlayıcı ve yargıç olan olarak geçer. Allah’ü teala hakem olandır, hikmet sahibi ve adildir. Kulları arasındaki adaleti sağlar. Hakemde bu yüce görevi nerede ifa etmesi isteniyorsa orada taraflar arasında adaleti sağlamak üzere eğitilmiş olması gereken bir kişidir. Hakemlere aslında üst düzey ve baskı altında mental olarak maçları nasıl yönetecekleri ile ilgili geniş kapsamlı eğitim verildiği halde büyük takımların derbi maçlarında neden yıllardır hakemler hep sorun oluyor bunu sorgulamak gerekir. Aslında bu konu akademik araştırma tezi olacak düzeyde toplumda travma oluşturmuş bir sorun.
Sosyal medyada yayınlanan bir çok yayında aslında ortaya inanılmaz iddialar atılıyor ve sistemin bu iddiaları kontrol edecek bir refleksi olmadığı veya bu refleksin devre dışı bırakılmaya çalışıldığı ortaya çıkıyor. Milyonlarca taraftarın sisteme olan inancını ve güvenini zedeleyecek girişimlere müsaade edilmemesi doğru olandır. Aynı vücuda giren virüsü tespit edecek bağışıklık sisteminin zayıflamasının sonucunda bünyenin hasta olması gibi futbol dünyasında oluşan çete grupları ile mücadele edecek sistem devre dışı bırakılırsa Türk futbolu da bundan olumsuz etkilenecek ve başarılar elde edilemeyecektir.
Buradan yola çıkarsak bir diğer önemli konu ise yaklaştığımız ülkemizin geleceğini belirleyecek kritik seçim öncesinde milyonlarca taraftarı olduğu tespit edilen 100 yılı aşkın geçmişleri olan marka takımların taraftarlarını galeyana getirmek, sisteme olan inancını , TFF’ye ve iyi niyetle çabalayan Sayın Başkanına olan güvenini zedelemek, ülkede PFDK, MHK gibi sporda çok önemli yeri olan kurumların saygınlığına zarar verecek kararlar vermek acaba kimin ekmeğine yağ sürer veya Türk futboluna ne fayda sağlar bunu tefekkür etmeyi sizlere bırakıyorum…