Selahattin Esim

Selahattin Esim

Dünyanın ikinci en büyük ekonomisi olan Çin’le ticaretimiz neden gelişmiyor?

| 2 Comments

Ülkemizin dünya ticaretinden en büyük payı alan ABD’nin arkasından ikinci en büyük ekonomisi olan Çin gibi Dünya Bankası 2022 verilerine göre 19,9 trilyon dolar Gayri Safi Milli Hasılası olan önemli bir ülke ile son 30 yılda 1-1,5 Milyar Dolardan 3 Milyar Dolara ancak gelebilen ihracatımız neden artmıyor konusunda bazı tespitlerimi paylaşmak istiyorum.

Öncelikle insanın aklına şu geliyor bunca yıldır Çin’de görev yapan Ticaret Müşavirleri, Ekonomi Müşavirleri ve Dışişleri mensupları devlete bu analizi yapan raporlar mutlaka göndermişlerdir. Gönderdilerse bu raporlar herhalde değerlendirilmemiş olacak ki 30 yıl içinde gözle görülür bir artış olmamış. Bu duruma başka bir açıdan bakarsak burada görev yapan Ticaret Müşavirlerinin performansını ölçen bir sistem olmadığı anlaşılıyor. Üstelik bu ülkede 4 yıl görev yapıp ülkeye döndükten sonra kurumsal birikimin ve takip edilen projelerin paylaşılmasını sağlayan bir CRM yazılımı olmadığı için kurumsal hafıza ve birikiminde aktarılmamasının ve her yeni atanan Müşavirin yeniden bir iş ağı oluşturmak için çaba sarf etmesinin çok önemli bir zaman kaybına neden olduğunu düşünebiliriz. 30 yılda her 4 yılda bir kurumsal hafızanın 7,5 kez sıfırlanması sonucu varılan sonuç zaten 3 Milyar Dolar  ihracat olarak önümüzde duruyor.

Yıllardır sahada içinde olduğumuz ihracat çalışmaları esnasında iş adamları olarak elde etmiş olduğumuz Ekonomik İstihbaratı dinleyen, değerlendiren veya icraat yapıp sonuçlandıran bir yapıyla karşılaşmadık. Hele bir keresinde bir bürokratın siz kendi işinize, para kazanmanıza bakın biz ülkenin menfaati için gerekenleri zaten yapıyoruz dediğine bile ne yazık ki şahit olduk. Bu bürokrat büyük ihtimal kendisinin devletin sahibi olduğunu ve bir iş adamının ancak para kazanmakla iştigal etmesi gerektiğini  ülkesinin menfaati için bir öneride veya topladığı bir istihbaratı paylaşmasını haddini aşmak olarak görüyordu ve kutsal görev!! iş adamının işi değildi. Halbuki o bürokrat haddini aşmış ve ülkesi için asil bir çaba gösteren iş adamına hakketmediği tarzda bir yaklaşım göstererek aslında kalbini kırmıştı. Sonrasında bu bürokratın ait olduğu örgüt ortaya çıkınca aslında kime hizmet verdiği ortaya çıkmıştı. Bir keresinde Fransız Büyükelçisinin bizim yurtdışında çalıştığımız bir hastaneye bir Fransız iş adamı ile ziyarette bulunduğunu ve Fransa’da üretilen bir yazılımı alması için kamu diplomasisi yaptığına şahit olmuştum. Bu bizim tasavvur bile edemeyeceğimiz bir yaklaşımdı. Bu bir ülkeye hizmet amaçlı takım oyunun bir tezahürüydü. Büyükelçi bir şirkete destek vermeyi asli görevi olarak görüyordu. Son yıllarda Büyükelçi ve Konsoloslarımızın iş dünyasına yaklaşımı olumlu yönde ilerlemesine, iyi örnekler olmasına rağmen ülkeye bir sıçrama yaptıracak düzeyde bir takım oyunu seviyesinde değil.

Miyadı dolmuş bir müşavirlik sistemi ile Çin’de yüzlerce ticaret müşaviri bulunduran , iş geliştirme ofisi gibi çalışan ABD veya Almanya ile rekabet edilmesi mümkün mü? ABD’nin sadece Pekin’de 13 Tarım Uzmanı Ticaret Müşaviri ve 700 kişilik bir ticareti geliştirme konusunda deneyimli uzman kadrosu bulunuyor. Sektörel bazda uzmanlaşmış ,yerel dili konuşan özellikle Çin tarihi ve kültürü eğitimi almış kadrolarla baş etmeniz mümkün olmadığı için ihracatımız yerinde sayıyor olabilir mi?. İş adamlarının topladığı ekonomik istihbarat veya sahada karşılaştıkları sorunları raporlar halinde kayıt altına alarak hemen müdahale edip Çin devleti nezdinde çözümü için koşturan mesela bir Almanya ile bu dev ülkede rekabet etme şansımızın düşük olduğu zaten apaçık ortada.

Çin tarihini ve kültürünü bilmeden bu ülke ile olumlu yönde ilerleme kaydetmek çok zor. Çinliler taktik ve strateji konusunda binlerce yıllık bir birikime sahiplerdir. Antik Çin uygarlığının en önemli komutanlarından biri olan Sun Tzu’nun kaleme aldığı Savaş Sanatı kitabında savaşı tüm yönleriyle ele almış, askeri taktikler, düşmanını tanıma ve emir-komuta zinciri gibi konuları ayrıntılı bir şekilde aktarmıştır. Sun Tzu’nun yaklaşık 7 asır önce yazdığı Savaş Sanatı adlı eser, askeri okullarda ders kitabı olarak okutulmaktadır. Bu zamana kadar dünya genelinde en çok satılan strateji kitabı Savaş Sanatı olmuştur. Bu kitabın satışa yönelik versiyonu olan “Sun Tzu Satış Stratejileri” başlıklı kitabını 2005 yılında merak edip alıp okumuştum. Satış savaşını kazanmak için Sun Tzu bilgeliğini anlatan bu önemli kitabı Çin’le iş yapmak isteyen her iş adamının okumasını tavsiye ederim. Yıllar önce Japonya’da genç bir mühendis olarak çalışırken Japon iş kültürü hakkındaki yerel deneyimlerimin aslında Çin içinde geçerli olduğunu görmek çok şaşırtıcı değildi. Japonlarla iş yapmak için bazı konuları çok derin incelemeniz ve hazırlıklı olmanız gerekir yoksa masada kaybeden taraf olursunuz, Çin tarafında da aynı stratejin geçerli olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Mesela Çin’le iş yapan bir Türk iyi ağırlandığı zaman hemen yelkenleri suya indirip sözleşme imzalamaya hazır hale gelirken önüne koyulan sözleşmede Jack, John gibi takma İngiliz adına sahip bir Çin’linin nüfus sisteminde kayıtlı olmadığı aklına bile gelmez. Takma ad ticarette yurtdışı ile iletişimde bilinçli olarak kullanılan bir yöntemdir. Asıl isim Çin nüfus kayıtlarında olduğu gibi olmalıdır. İyi ağırlanan iş adamı zokayı yutmuş bir balık gibidir ve parayı transfer ettikten sonra yaşayacağı sorunları düşünemez bile ona o fırsatı vermezler. Mal sözleşmede yazıldığı şekilde teslim edilmediğinde resmi kurumlara başvurduğunda böyle bir şahsın olmadığını duyması aslında hukuki süreçlerin sonuç getirmeyeceğinin bir tezahürüdür. Ne yazık ki Çin kültüründe yemek sofrasının tüm kişiliğimiz hakkında karşı tarafa bilgi akışı sağlayan bir süreç olduğunu bizim iş adamlarımızın büyük çoğunluğu bilmez. Hele ücretini ödeyerek hukuki bir danışmandan destek alarak sözleşme imzalamak Türk iş adamının aklına bile gelmez.  Ülkenin iş yapma tarzı aslında bahsettiğimiz ekonomik bir istihbarattır. Bir İtalyan dostum Çin’den sipariş verilen bir kimyasal yerine su dolu tankerlerin gelebildiğini söylediğinde şaşırmamıştım. Ülkedeki itibarlı ve güvenilir iş adamlarını bulmak iş yaptığınız her ülke hakkında ön bilgi ve deneyim gerektirir. Hollandalılar  yaklaşık 400 yılı aşkın süredir Türklerle iş yaparken sözünü almak önemlidir derler, çünkü Türklerde söz gerçekten namus olarak kabul edilir. Çin kültüründe böyle bir kelimenin karşılığı olduğunu zannetmiyorum iş için her şeyin mubah olduğu bir sistemle karşı karşıya kalabilirsiniz.

 Çin ekonomisinin dünyada aldığı payla ilgili 2022 yılındaki verilerinden oluşmuş aşağıda çok çarpıcı bir grafik sunuyorum, 2030 yılında Çin’in ABD’yi geçme olasılığı notuna dikkat edin:

 

Çin son yıllarda 2030 yılına yönelik stratejisinde emek yoğunluklu bir ekonomiden Yapay Zeka ve Yüksek Teknoloji üreten bir ekonomi olmaya doğru değişimi başlatmış durumda. Bu strateji için milyarlarca dolar yatırım yapan Çin hükümeti çok akıllı bir yönetim ortaya koyuyor diyebiliriz. Stanford Üniversitesi’nin bir raporunun, Çin’in geçen yıl dünyadaki tüm Yapay Zeka patent başvurularının yarısından fazlasını yaptığını ve Çinli araştırmacıların 2021’de AI dergi makalelerinin ve AI alıntılarının yaklaşık üçte birini ürettiğini göstermesi bir tesadüf değil. Peki Çin’in 2025 yılı gibi kısa bir dönemde üretimde dünyada önde gelen ülkelerden olmayı hedeflediği 10 stratejik sektör hangisi derseniz aşağıdaki grafiğe bakmanız yeterli .

 

Burada önemli bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. Türkiye sağlık sektöründe çok başarılı olmasına rağmen dünya çapında bir Sağlık Yazılım firması veya medikal cihaz üretimi yapan firma çıkartamaması iyi incelenmesi gereken bir konu olup Çin’in belirlediği stratejik sektörlerden birisinin sağlık sektörü ile ilgili olması kayda değer bir mahiyettedir. Ne yazık ki katma değeri yüksek teknoloji ürünleri ihracatımız büyük bir gelişme göstermesine rağmen halen istenen düzeyde değil.

Çin’le aramızdaki ticaretin gelişmemesinin iki taraftan da kaynaklanabilecek ana nedenleri olarak kısaca değinmek gerekirse başlıca aşağıdaki saptamalarımızı  sıralayabiliriz:

  • Başlıca dış ticareti AB bölgesine dayalı olan Türkiye’nin Çin tarafından üretim üssü olarak kullanılmaması her iki taraftan kaynaklanan siyasi sorunlara ve bir türlü verilemeyen güvencelere dayanıyor. Bunun en bariz örneği olarak ülkemizde üretim yapan bir firmanın ürettiği ürünlere uygulanan özel tüketim vergisinin birdenbire değiştirilmesi ve böylece iç pazardaki avantajın birdenbire kaybolmasını örnek olarak verebiliriz. Türk Maliyesi yatırımın ekonomiye toplam getirisi ile ilgilenmez ve hemen baştan vergilendirme yapma konusunda çok mahir olduğunu söyleyebiliriz. Halbuki bu konuların baştan Çin tarafına doğru anlatılması ve belirlenen anlaşmaya sadık kalınması daha doğru bir yaklaşım olabilirdi. Ülkeye duyulan güvenin sarsılması diğer yatırımcılarında gelmesine engel oluyor çünkü kendi iş ağlarında bu tecrübeleri paylaşıyorlar.
  • Geçen yıllarda katıldığım Çin ile ticaret başlıklı konferansta bir iş adamımızın yaşadığı tecrübe bürokratik süreçlerin Çin tarafında nasıl inanılmaz hızlı ve esnek hale getirildiğini göstermesi açısından ibret vericiydi. Bu tecrübeyi paylaşan iş adamı Hüsnü Özyeğin beydi. Çin’de yapmak istediği AVM için kendisine yatırım ofisi tarafından araziler gösterilirken kendisine sunulan bir arazinin yanında başka bir arazi gözüne ilişir ve bu araziyi beğendiğini ilgililere iletir. Fakat bu arazi içinde otomobil satışı yapan büyük bir  bayi olduğu için bu arazin in olma olasılığının çok düşük olduğunu düşünerek Türkiye’ye geri döner. Kısa bir süre sonra kendisine yeni bir davet yapılır ve kendisi de bu davete icabet ederek tekrar Çin’in yolunu tutar. Kendisini beğendiği araziye götürürler ve gördüğü manzara karşısında gözlerine inanamaz arazideki otomobil bayisi yerinde yoktur. Bu araziyi nasıl bu hale getirdiklerinin şaşkınlığını yaşarken Çin’li yetkililer arazideki şirkete başka bir yerde aynı işi yapması için imkanlar sunduklarını ve böylece kendi rızasıyla araziyi boşaltıp kendisine sunulan imkanı değerlendirdiğini söylerler. Siz bu araziyi halen istiyorsanız hemen sözleşmeleri imzalamaya geçebiliriz diyerek tekliflerini sunarlar. Hüsnü Bey bu teklifi geri çevirmeyerek ve birazda gösterdikleri ilgiden ve esnek çözümden memnun olarak teklifi kabul eder ve sözleşme imzalamayı kabul ettiğini belirtir. İkinci büyük şaşkınlığını imza aşamasında yaşar. Projeyle ilgili tüm bürokratlar ve devlet kurumları masanın etrafındadır ve yarım saatte sözleşme imzalanarak Türk yatırımcı ülkeye çekilmiş olur. Türkiye’de Belediye ile aynı süreçlerde nelerle uğraşan bir iş adamı için hayal ötesi bir yaklaşımdır aslında sergilenen. Bizim ne yazık ki bu esneklikte ve hızda çalışan bir yatırım  ofisimiz halen yok. Eskiye göre bürokratik engeller çok azaltılsa da halen yine düşük oranda da olsa el freni gibi çalışan bir sistemimiz var. Bu konuda Çin’li yatırımcıları ülkemize çekmek istiyorsak aynı esneklikte ve hızda iş adamının önündeki tüm engelleri ve korkuları ortadan kaldıran bir sistemi kurmamız lazım. Sermaye güven duyduğu ve koruma altında olduğunu düşündüğü ülkeye akar aksi mümkün değil.
  • Hukuk sisteminde son yıllarda yaşanan sorunlar nedeniyle adaletin çok uzun yıllar bir türlü sonuçlanmayan davalarla kilitlenmiş olması yurtdışındaki yatırımcılar tarafından çok sıkı takip edildiği gibi Çin tarafı da bu konuyu yakından takip ediyor. İnsan odaklı hukuk yerine zamanla yerleşmeye başlayan her zaman devletin haklı çıktığı bir hukuk sistemi ne yaparsanız yapın sermayeyi ürküten bir yaklaşımdır. Bırakın Çin’ liyi Türk iş adamlarının bile devlete karşı haklı bir alacak davası olduğu ve bilirkişi raporu bunu teyit ettiği halde yıllar süren davaları bir türlü  kazanamaması çok iyi incelenmesi gereken bir konudur. Çin tarafından da aynı hassasiyetin Türk yatırımcılar için beklenmesi doğaldır.
  • Resmi ithalatımız ve ihracatımız ile Çin’in resmi rakamları arasında bir fark var ve bu konuda bir mutabakat ne yazık ki bir türlü sağlanamıyor. Her iki tarafında vergi kaybı söz konusu aslında ve bu konu ivedilikle halledilmesi gereken stratejik öneme haiz bir  sorun. Ama her nedense her iki ülkenin faydasına olan bu konuda bile bir sonuç alınamıyor, ilginç değil mi?
  • Biz aslında Çin’i hedef pazar olarak görmüyoruz. Öyle olsaydı Çin tarafından her yıl düzenlenen İthalat fuarında Türkiye stratejik Partner olabilirdi ama olmuyor demek ki buraya mal satacağımıza inanmıyoruz veya öz güvenimizi yitirmiş olabiliriz. Özellikle zenginleşen büyük bir nüfusun olduğu Çin’de hizmet sektöründe büyük bir açık olduğu kesin ve zaman içerisinde hizmet sektörümüz bu fırsatları mutlaka görecektir diye umut ediyorum.
  • Hong Kong ile iki taraflı vergilendirme  ve yatırımların korunması anlaşmaları Hong Kong ülke sayılmadığı için bir türlü yapılmıyor.  Bu potansiyel süratle devreye sokulabilir ve Hong Kong’a özel bir statü verilebilir önemli olan yatırımın gelmesi değil mi?. Özellikle çifte vergilendirmenin önlenmesi lazım. Bu konuda gerekeni yapması gereken aşağıdaki muhataplar arasında bir koordinasyon eksikliği olduğu anlaşılıyor.
    • Ticaret Bakanlığı
    • Sanayi Bakanlığı
    • HMB
  • 2,2 milyar insana ulaşma imkanı sağlayan ve 29,7 Trilyon Dolar ile küresel Gayri Safi Hasılanın(GDP’nin) %30 unu sağlayan dünyanın en büyük ticaret ve gümrük birliği olan 15 ülkenin oluşturduğu RCEP’ye yönelik bir stratejimiz yok iş dünyası bu konuda çok az bilgiye sahip. Bu konun detayına burada giremeyeceğim çok detay içeriyor.
  • Ticaret Bakanlığında Çin’le e-ticaret nasıl geliştirilir konusunda yazılan önemli bir raporun hazırlandığını biliyoruz. Bu çok stratejik raporun Bakanlıkta hangi kıstaslara göre raporları değerlendirdiklerini yıllar içinde bir türlü çözemediğimiz sistem tarafından  kamuoyuna açıklanmadığı gibi hasıraltı edilmesi çok sık karşılaştığımız bir durum. Bu raporun çıkmasında büyük emeği geçen Uzmanın Bakanlıktan ayrılmış olması ehil sahibi bürokratları değerlendiren ve motive eden bir ekosistemin olmadığına işaret ediyor. Benzer bir durumla 2017 yılında bizde TET ihracat Birliği olarak karşılaştık. Hizmet İhracatçılar Birliği’ni kurarken 8 sektöre yönelik yaptığımız STK’lar, Üniversiteler, İş Dünyası, Bürokrasiden davet edilen yüzlerce katılımcının yol, konaklama dahil her türlü masraflarının karşılandığı yüksek meblağlar harcanarak yapılan çalıştaylar sonucunda hazırlanan 8 sektöre yönelik strateji raporları ve eylem planları kamuoyuna hiç açıklanmadığı gibi akibeti konusunda da hiç bir bilgiye ulaşmak mümkün olmadı. Bakanlıkta mevcut bir kara delik sanki bu çalışmaları yutuyordu. Bu raporlarda yazılan hangi strateji uygulandı da sonuç alınamadı yıllardır cevabını merak ettiğim bir konudur.
  • DEİK tarafından Price Waterhouse’a hazırlatılan ve Sayın Altay Atlı tarafından son hali verilen Kuşak ve Yol Raporu (BRI-Belt and Road Initiative)özellikle Rusya-Ukrayna savaşı ile tarihi bir bağlantı noktası olma fırsatını ülkemizin ayağına getirmesine rağmen raporda belirlenmiş aşağıdaki stratejik hedeflerin yeterince değerlendirilmediği anlaşılıyor. Halbuki bu rapor ülkemiz için çok çok önemli stratejiler içeriyor. Tabii bu stratejileri uygulamak için yeterli ve niyetli kadrolar belki olmadığı için raporlar yukarıda bahsettiğim kara deliğe atılmış olabilir mi?


Özellikle Yavuz Sultan Selim köprüsünde hazırlığı yapılan Azerbaycan ve Kazakistan üzerinden Çin’den gelecek tren yolu geçişi ile alternatif olarak İstanbul Havalimanı üzerinden 3-5 saat içerisinde 1,5 milyarlık bir nüfusa sahip coğrafyaya ulaşılması mümkünken bu fırsatta şimdilik askıya alınmış gibi gözüküyor. Özellikle Nahçıvan üzerinden Azerbaycan ile kurulacak Zengezur koridoru bu projeyi tekrar cazip hale getirebilir.

  • Katma değeri yüksek Çin’li turistin Türkiye’ye getirilmesine yönelik bir strateji ve hedefimiz yok. Çin’de oluşmuş  neredeyse AB nüfusuna denk gelen 300M civarındaki zengin nüfus bu yazdan itibaren yurtdışına çıkışın kaldırılması sebebiyle belki batılı ülkelerin Covid döneminde Çin’a karşı yürüttüğü suçlayıcı siyaset yüzünden tercih edecekleri ilk destinasyon olan Türkiye bu fırsatı da değerlendiremedi. Türkiye halen organize turların gelmesi yasak olan bir ülke ve destinasyon olarak aslında büyük potansiyeli olan ülkemiz gittikleri ülkede ortalama 5-6.000 USD harcama yapan turisti ne yazık ki getiremiyor. AB’den gelen 1.000-1.500€ bütçeli turist her şey dahil sisteminde dünyada bulamayacağı bir hizmeti neredeyse bedavaya alıyor ve katma değeri çok düşük. Çin’den en az 2 milyon turist gelebilir ama buna göre bir siyaset izlenmeli. Anlaşılmayacak bir şekilde Türkiye’nin Çin’e yaklaşması sanki engelleniyormuş hissine kapılıyor insan bu konuda hiç bir atılım görmeyince. Mesela blog sayfamda Topkapı Sarayındaki 10.000 parçadan oluşan muhteşem Çin porselenlerinin potansiyelinden bahsetmeye çalıştım ilginizi çekerse okumanızı tavsiye ederim. Bu konuda bir girişimde bulunmayı bayrak bir kuruluşumuz aracılığı ile denedim ama bürokrasi yine Çin seddi gibi bu potansiyelin yumuşak güç olarak kullanılmasını engelledi. Neymiş envanterde sorun varmış, sanki 10.000 porselenin sayılması ve kayıt altına alınması söz konusuymuş gibi Turizm Bakanlığı projeye onay vermedi. Çin’den gelecek tanınmış bir kolleksiyonerin bu porselenler içinden en nadide seçme en çok 100 adedi geçmeyecek parçaları incelemesi ve basılacak bir kitapla Çin’de tanıtılması İstanbul için muhteşem bir tanıtım olabilirdi. Üstelik bu projede yardımcı olacak Çin’de uzun yıllardır yaşayan iş adamı kardeşlerimizin ülkeye olan bağlılıkları ve vatan sevgisinden başka bir amaçları ve bir maddi beklentileri de yoktu. Çin’lilere ulaşmamızı sağlayacak dünyanın en güzel , tarihi şehri İstanbul’u tanıtacak Çin dışındaki dünyanın en büyük porselen kolleksiyonu üzeri örtülmüş bir hazine gibi kendisini tanıtacak bir elin dokunmasını bekliyor. Danimarka’nın başşehri Kopenhag’ta deniz kenarına koyulan ufacık deniz kızı heykelinin önünde fotoğraf çektirmek için dünyanın dört bir yanından turist çeken pazarlama ile bir hazineye sahip ama bunu pazarlayamayan zihniyet arasındaki fark nedir acaba?
  • Örnek vermek gerekirse Heathrow havalimanından geçen Çinli turist sayısı toplamın %1’i iken duty free mağazalarından alışveriş yapan Turistlerin oluşturduğu cironun %25’i  yine Çinliler tarafından sağlanmış. Bu çok büyük bir getiri anlamına geliyor. İstanbul Havalimanını transfer için kullandıklarını düşünmek bile umut verici, umarım bir gün bu potansiyel doğru siyası yaklaşım gösterilerek değerlendirilir.
  • Şu anda Asgari ücretin 850 Dolara yükseldiği Çin artık emek yoğunluk bir ekonomiden Yapay Zeka ekonomisine geçiş yapmanın stratejisini devreye sokmuş durumda. Emek yoğunlu üretim Vietnam, Laos ve Tayland’a kaymış durumda. Türkiye aslında AB Gümrük birliğine üye olup stratejik olarak kuşak ve yol projesi kapsamında Çin’li firmalar için bir üretim üssü olma şansına sahip. Üstelik lojistik olarak Türkiye’de üretilen ürünlerin gümrüksüz olarak 3 günde AB’nin herhangi bir ülkesine güçlü TIR filolarımızla ulaşması muhteşem bir potansiyel.
  • Çin’den gelen ürünlerde gümrüklerde gerekli inceleme yapılıyor mu? Açılmadan gümrüklerden yeşil hattan geçen konteynerlerin oranı gerçekten % 92 midir? Devletin vergi kaybı kaç milyar USD bunu takip eden bir birim var mı? Bu soruların cevabı gümrük sisteminin içinde gizli ve bunu açığa çıkarmak Bakanlığın ve ilgili bürokratların sorumluluğunda. Bu konu ticari açığında azaltılması açısından stratejik öneme haiz umarım yeni yönetim bu konuya el atıp en yakın zamanda çözer.
  • Çin ile aramızı bozan 2 önemli siyasi konu aslında perde arkasında her şeyi engelleyen ve bir türlü açıklanmayan başlık olarak önümüzde duruyor. Birinci konu Sincan Uygur Özerk Bölgesi ve ikinci önemli konu Tayvan’ı bir devlet olarak tanımamamıza rağmen ilişkilere olumlu yansımaması. Aslında Türkiye Çin ile ilişkilerini geliştirerek daha samimi ortamlarda Uygur kardeşlerimizin sorunlarına yönelik çözümler konusunda katkı sağlayabilir. Çin’in özellikle kendi iç işi olarak gördüğü bir konuda sürekli demeç vermek karşı tarafta anlam verilemeyen çözülemeyen bir tepki oluşturuyor. Özellikle vize konusunda Türklere esneklik gösterilmemesi dikkat edilmesi gereken hassas bir konu. Aslında THY’nin direk Urumçi’ye uçması bile ilişkileri inanılmaz bir boyuta taşıyabilir. Özellikle Türkiye’nin diplomatik olarak tanımadığı Tayvan ikinci hassas konu olarak önümüzde duruyor. Biz Tek Çin dememize rağmen Çin tarafının ülkemize mesela kendi hava sahasını kullandırmaması gibi bir yaklaşımı iyi incelenmesi gereken ve bence çözülebilir bir konu.
  • Çin diasporası uluslararası alanda inanılmaz bir dayanışma kültürüne sahiptir. Avrupa’da her şehir ve büyük ilçelerde bir Çin lokantası bulunma olasılığı çok yüksektir. Bu diaspora aynı zamanda Çin’le ticareti geliştirme noktası gibi çalışır. Müşteriler içinde ticaretle uğraşanlarla kurulan irtibat sonucu oluşan ekonomik istihbarat mutlaka Çin’e fayda sağlayacak bir potansiyele dönüştürülür. Türk diasporası ise cemaat, siyasi görüş, ortaya çıkan devlet karşıtı örgütler, bölgesel hemşericilik gibi bir çok etkenle bölünmüştür. Bunlar birbiriyle bırakın görüşmeyi birbirlerini düşman gibi görürler. Her bir grup kendisinin diğerinden daha değerli olduğunu düşünür. Açıkçası Co-opetition yerine çok sıkı bir Competition ortamına sürüklenmiştir bizim diaspora. Co-opetition aslında bizim yüzyıllarca başarı ile uyguladığımız dayanışmalı rekabet sistemi olan ve etik değerler üzerine kurulu Ahilik geleneğinin bugünkü adla tezahüründen başka bir şey değildir. Ne yazık ki bu konuda Çin’le rekabet etme şansımız çok yüksek değil. Tabii  devletin yurtdışına gönderdiği vatandaşlarına bilinçli bir şekilde yüklediği misyon burada önemli bir rol oynuyor. Ülkemizde mesela meslek grupları veya STK’lar nezdinde devleti beklemeden örnek olarak ortak bir ihracat politikası geliştirme ar-ge projesi oluşturma şansınız çok yüksek değildir. Öncelikle sektörün önde gelenlerinden maddi bir destek alma veya sponsorluk için adeta yalvarmanız gerekebilir. Bence devletimizin bu konuda ortak çalışma ve dayanışmalı rekabeti arttırma konusunda iş adamlarımıza bir misyon yüklemesi çok yararlı olabilir. Mesela Çin’in yurtdışında öğrenim gören Çin’lilere yönelik yürüttüğü 1000 Talent programı yurtdışındaki birikimi Çin lehine kullanmanın yolunu açan enteresan bir programdır incelenmesini tavsiye ederim.
  • Bizim TET İhracat birliğinde 2014-2018 yılları arasında yazılım sektörünün ihracatını arttırmak için ortaya attığımız Smart Cluster yani Akıllı Kümelenme modeli 1944 yılında Princeton Üniversitesinde çalışan matematikçi John van Neumann tarafından ortaya atılmış olup 1950 yılında matematik dahisi olan John Nash tarafında geliştirilerek iş dünyasına uygulanmış oyun teorisine dayanmaktaydı. Teknoloji geliştirmenin bölgesel bir sınırı olmadığını ve product proximity yani ürün bazında yakınlığın iş geliştirmek ve ihracatı arttırmak için daha önemli olduğunu vurgulamak ve özellikle Akıllı şehirler alanında bir Smart Cluster oluşturmaya çalıştık ama uzun bir çabadan sonra ortaya çıkardığımız 32 Akıllı Şehirlere yönelik çözümü olan firmanın birbirinden haberi olmadığını ve birlikte çalışmalarını sağlayacak bir ortamla karşılaşmadıklarını görmek çok umut verici değildi. Bir keresinde Japonya’ya düzenlemek istediğimiz ihracat heyetinin PR çalışmasını yapacak aday firmalarla görüşürken Co-opetition ve Smart Cluster kavramlarından bahsedince karşımızdaki Japon şaşırarak bu kavramları nereden aldığımızı sormuştu, adama yüzyıllarca hayat bulmuş Ahilik geleneğinin yeni bir adla mevcut bir matematik modelle dayanarak oluşturduğumuz bir Türk modeli olduğunu söylemem karşısında son derece şaşırdığına şahit olmuştuk. Bu modele yakın bir çalışmanın Teknofest adı altında yapılmaya çalışılması çok umut verici.
  •  2014 yılında başlattığımız Hizmet İhracatını başlatma çalışmalarında zamanın Ekonomi Bakanlığı’nın çok değerli bürokratlarının , Heyet düzenlediğimiz ülkelerdeki Değerli Ticaret Müşavirlerinin, Sektörden belirlenen Yazılım ihracat İcra Komitesi Üyelerinin, gece gündüz demeden çalışmalara emek harcayan TET İhracat Uzmanlarının ve özellikle Müsteşar Sayın ibrahim Şenel Beyin , çok değerli TET YK Üyelerinin ve Sayın Başkan Fatih Ebiçlioğlu’nun, Vaşington Büyükelçimiz Sayın Serdar Kılıç Beyefendinin, şimdi Arjantin Büyükelçimiz olan Boston Başkonsolosu Sayın Ömür Budak Beyin , Azerbaycan Büyükelçimiz Sayın Erkan Özoral Beyin ve diğer Dışişleri yetkililerinin verdikleri çok önemli destekler için sonsuz teşekkür ederim. Geçenlerde bir STK’nın bizim 2014-2018 yılları arasında yukarıda özellikle teşekkürü borç bildiğim çok geniş kapsamlı devletimizin büyük desteğiyle oluşturduğumuz bu Hizmet İhracatı ve özellikle yazılım ihracat hamlelerinden, oluşturduğumuz icra komitesinden ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa düzenlediğimiz 1 Almanya, 2 ABD ve Azerbaycan, İran Yazılım İhracat heyetleri sanki hiç yapılmamış ve ortaya 15 Milyar ihracat hedefi koyulmamışçasına düzenlediği bir konferansta ilk defa 2023 yılında yani 9 yıl sonra bir yazılım ihracat ekosistemi kurdukları beyanını okumak yukarıda yazdığım tecrübeler ışığında beni şaşırtmadı desem yeridir. Çin karşısında neden bazı konularda kaybettiğimizi göstermesi açısından ise aslında üzüntü verici bir durum. Her ne kadar bu STK’da o yapılan çalışmaların içinde olduğunu ve her zaman bu çalışmaların içinde olmasına özen gösterildiğini unutmuş olsa da yapılan devletin kayıtlarına girmiş ve basında yer almış, sektör tarafından halen özenle anılan tarihe geçmiş o büyük özveri ve feragatle bu ülkenin kalkınması için yapılmış öncü nitelikteki çalışmaları  yok sayamazlar.
  • Son olarak Çin’in 2001-2022 yılları arasında ticaret yaptığı ilk 10 ülkeye yaptığı ihracat ve artış oranları önemli bir veri olarak aşağıdaki grafikte sunuyorum.

Umarım Çin ile ticaretin gelişmesi hakkında bir kaç önemli noktayı dikkatinize sunabilmişimdir. Türkiye’nin potansiyeli iyi değerlendirilebilirse önemli bir yatırım ülkesi olabilir ama siyasetinde bu konuda ülkenin önünü açacak adımları atmasını bekliyoruz, umarım yeni dönemde bu beklentilerimiz gerçekleşir umudumuzu canlı tutalım.

 

 

2 Comments

  1. Kıymetli Selahattin bey,
    Yazınızda çok önemli konulara temas etmişsiniz. Çok istifade ettim. Umarım geniş kitleler tarafından okunur.
    Teşekkür ederim.

  2. Üstadım,
    Muhteşem faydalı bir yazınızı daha okuduk ve bilgilendik. Allah sizden razı olsun.

    Benim Çinli turistler konusunda gözlemin şu, son derece ucuzcu, düşük kalite hizmet verilen ve sonra zorla deri ve halı mağazalarına sokulmaya çalışılan turist grubu. Kovid öncesi böyleydi. Yanlış insanların geldiği açık, doğru insanların getirilmediği besbelli.

Bir Cevap Yazın

Required fields are marked *.